25 Ekim 2015 Pazar

Borçlanma Aritmetiği

Borç yiğidin kamçısıymış. Gün gelir, yiğitlere de kamçı gerekir diyor yani atalarımız.
Borçlu ölmemek de gerek tabi.
Yiğitleri, alperenleri, önderleri, liderleri, efeleri, ağaları, reisleri, şeyhleri ile şahlanan Anadolumuzun borç yükü gerçekten de tam bir kamçı gibi.
Harcamalarınızın tutarından daha az geliriniz varsa tek çareniz borçlanmaktır. Ya vadeli alış yaparsınız, ya da bir yerden para borç alırsınız.
Kişiler borçlanabildiği gibi, devletler de borçlanabilir. Kişiler borçlanınca, yer içer gezerler ve borç çocuklarına ya da varislerine kalır; tabii eğer mirası kabul ederlerse. Devletler borçlanınca, icraat yapar, hüküm sürerler ve borç yükü sonraki neslin seçmenlerine kalır; mirası reddetme lüksü burada yok elbette.
Borçlanma yapıldığı dönemde para bollaşır, başkasının parası artık sizdedir, refah içinde görünürsünüz. Ekonomik durumunuz şaşalı görünür, altınızda makam araçlarıyla dolaşırsınız. Arkadaşlarla yemeğe gidince parasını büyük bir onurla siz ödersiniz. Borçların ödenme zamanı gelince… o başkaları, bu sefer paralarını ister, o zamana kadar yemeden, içmeden, gezmeden, lüksten kısıp biriktirmediyseniz o borcu ödeyemezsiniz. Kişi olarak borçlandıysanız rezil olursunuz, Devlet olarak borçlandıysanız, iflası çekersiniz.
Basit bir denklem;
Bu yıl hesapladığınız masraflarınız 1.000.000 TL. Bu yıl gelirleriniz 800.000 TL. 200.000 TL 1 yıl vadeli borç aldınız. Bu durumda 1.000.000 TL olan masraflarınızı karşıladınız demektir. Gelecek yıl masraflarınız yine 1.000.000 TL, geliriniz yine 800.000 TL, ödeyeceğiniz borcunuz 200.000 TL. Bu durumda 400.000 TL borç gerekiyor, ve bunu da buldunuz, 400.000 TL 1 yıl vadeli borç aldınız. Sonraki yıl masraflar 1.000.000 TL, Gelir 800.000 TL, ödenecek borç 400.000 TL, borçlanma ihtiyacı 600.000 TL.
Bu borç artarak devam eder gider. Bu gidişi durdurmak için masraflardan kısmak ya da gelirleri arttırmak zorundasınız.
Ama sihirli bir yol var, bunu sizinle gizli gizli paylaşayım.
Kimseye söylemek yok, tamam mı?!
Borcun vadesini uzatın. Mesela 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl vadeli borç alın.
Siz aldığınız borçla, yiyin, için, gezin, dağıtın, hayır yapın… borcun vadesi geldiğinde o zaman hayatta olanlar düşünsün, size ne!
Mesela, şahsınızın veya devletin yıllardır ortaya koyduğu mücadele sonucu edindiği itibarı kullanarak 2020, 2021, 2024, 2033, 2040, 2043, 2045 yıllarına kadar vadeli borçlanma yapın. Ev, araba, ihtiyaç kredisi, borç para alın. Uzun vadeli borçlandığınız için mevcuttaki aile fertleriniz, seçmenleriniz sizi alkışlasın. Torunlarınız ve de 2040’taki seçmenler ne der bilemem artık!
Bu sihirli yolu kullanan başkaları da var diye duyumlar aldım, ama araştırmak için pek fırsatım olmadı. Kendi borçlarımı düşündüm, evet galiba ben de bu yöntemi yıllardır uyguluyormuşum, ama bankalar uyandılar artık, maalesef bana kredi vermiyorlar. Benim torunlar kurtuldu gibi. Geçenlerde sözüne itibar ettiğim bir arkadaşım, “devlet bu sihirli yolu çoktan keşfetti, Hazine Müsteşarlığının web sitesine gir bak, borçlanmaları ve vadelerini görürsün” dedi. Ben çok yoğunum, bu işi de siz yapın artık.

Şirketimizi Büyütmek! Ama Nasıl?

Kim istemez!
Yıllarca emek verip her bir metrekaresi için alın teri döktüğümüz, iğne ile kuyu kazar gibi, her günü ve gecesiyle ızdırabını duya duya bu hallere getirdiğimiz, uykusuz, dinlenmeksizin fedakarlıklarla süslediğimiz, daha da önemlisi “ekmek yediğimiz” teknelerimizi daha da büyütmeyi…
Bir de piyasa koşulları zorlamaz mı her geçen gün… büyüme baskısını hissetmemek mümkün mü piyasada… Büyümelisiniz ki birim maliyetleriniz küçülsün, satış miktarlarınız artsın, karlılığınız yükselsin, pazarda bilinirliğiniz artsın, yurtdışına da göz kırpabilesiniz, teşviklerden daha fazla yararlanabilesiniz, finans bulma imkanlarınız iyileşsin… vs. vs.  
Başınıza gelmiştir; bir telefon…
Yurt dışından bir yatırımcının temsilcisi arıyor…
Bize en az şu kadar ürün lazım, sizde var mı?
Cevap: biz o ürünün alasını üretiyoruz, ama…
Evet, ama, o miktarda ürün nerdeee…!
Kaçtı bir fırsat daha…! Hayallerde tülleniverir “Büyümek” hemen.
Peki ya büyütmek isterken uzun yıllar emek harcayarak kurduğumuz işleyen düzene zarar verirsek… o zaman hüzün pişmanlıkla kol kola girmez mi? Büyük planlar yaparak, sadece bugün değil gelecekte de gelir elde edebilmenin planlarını yapmaya hazırsanız, doğru yol haritasıyla mevcut işinize zarar vermeden büyüyebilirsiniz.
Önce kendimizi tanıyalım. Şirketlerimiz teknik dilde “Aile şirketleri” olarak adlandırılacak niteliktedir. Sadece Türkiye’de değil dünyada da dördüncü nesile ulaşabilmiş aile şirketlerinin sayısı parmakla gösterilebilecek kadar azdır. Aile şirketlerinin 3.kuşağa ulaşma oranı ise yüzde 10 civarında ve ömürleri ise sadece 25 ile 30 yılla sınırlı kalmaktadır.
Aile şirketleri iki şekilde büyüyebilir:
1-      Aile şirketi olarak kalarak
2-     Kurumsallaşarak
Aile Şirketi, hisselerin ya da oy haklarının çoğunluğunun şirketi kuran ya da satın alan kişi ya da bir aile veya akrabalara ait olduğu, halka açık şirketlerde ise: şirketi kuran veya satın alan kişinin (ya da ailelerin) oy haklarının en az %25’ine sahip olduğu ve aileden en az bir kişinin şirket yönetim kurulunda görev aldığı şirketlerdir.
İlk neslim emek ve gayretiyle ortaya çıkan bazı aile şirketleri sahip olunan “yaşam tarzını” sürdürmek için kurulmuş olan şirketlerdir. Eğer şirket aile fertlerine rahat bir yaşam sunabilecek bir gelir getiriyorsa amacına ulaşıyor demektir. Aile şirketleri global gayri safi hasılanın yılda %70 ila %90’ını yaratıyorlar ve dünyadaki şirketlerin %75’e yakını aile şirketi. Aile ya da aileler tarafından kontrol edilen kayıtlı şirketlerin oranı Avrupa Birliği’nde %50, ABD’de ise %95’in üzerinde. Ülkemizde bazı büyük ölçekli şirketler bile hala “aile şirketi” niteliğinden kurtulabilmiş değil. Ülkemiz ekonomisinin %95’ini aile şirketleri oluşturmakta. (Kaynak PWC)
Bir aile şirketinde, aile bireyleri arasında normalin ötesinde bir çatışma varsa, bu tartışmalar şirketin performansını etkileyecektir. Diğer taraftan eğer aile içi ilişkiler sağlıklıysa şirketin sağlıklı ve kalıcı olması sağlanabilecektir.
Bir aile şirketiysek ve büyümek istiyorsak bu gerçekleri göz ardı etmemeliyiz. Aile şirketi olarak kalarak büyümek de mümkün, ama kolay değil. Ağaçlar sonsuza kadar gökyüzüne doğru büyüyemez, şirketler de sonsuza kadar büyüyüp gelir getiremez. (Peter Drucker)
Bir aile şirketinin büyümesini sağlayacak ikinci ve en kalıcı çözüm: Kurumsallaşma… neler yapabiliriz?
  • Şirketin, aile ilişkileri dışında ayrı bir kişiliği olduğu kabullenilerek yola çıkılabilir.
  • Dışarıdan profesyonel yönetici desteği alınabilir.
  • İş görevler tanımlanarak adama göre iş değil, işe göre adam çalıştırılabilir.
  • İşletme içi kurallar ve yönergeler belirlenebilir.
  • Bir çalışan ya da bir yöneticinin yokluğunda işlerin aksamadığı bir sistem oluşturulabilir.
  • Kısa-orta-uzun vadeli planlar, stratejiler geliştirilebilir, hedefler belirlenebilir.
  • Yetkiler ve sorumluluklar sınırlandırılabilir ve paylaşılabilir.
  • Nihai kararlar yetki ve sorumluluklar dahilinde istişare ile alınabilir. Kollektif çalışma ruhu desteklenebilir.
  • Şirketimiz kurumsallaştıkça aile içi ilişkilerimizin de bir bakıma kurumsallaşması temin edilebilir. (Aile anayasaları)
Kurumsallaşma için daha detaylı çalışmaları paylaşmak ümidiyle…

Büyüyen İşletmelerde Kontrol Sorunu

İşletme sahipleri olarak önemli bir sorunumuz var: büyümek istedikçe, kendi şirketimizin kontrolünü bir türlü istediğimiz seviyede sağlayamıyoruz.
Bunun bir yolu yok mu?
Var tabi. “İşletme Çapında Otokontrol”
İşletmeler açısından otokontrol, çalışanların ve yöneticilerin, yürüttükleri faaliyetlerin ve aldıkları kararların, işletmeler hedefiyle ve kurallarıyla ne derece uyumlu olduğunu kendilerinin değerlendirerek bir sonuca varmaları ve bu sonuç doğrultusunda kendilerini yönlendirmeleri olarak tanımlanabilir. 
İşletmelerin ne zaman “otokontrol/kendini kontrol etme” isteği duyacağı veya bu isteğin ne zaman zayıflayacağı ve bu isteği karşılamak üzere yürüttüğü faaliyetlerin ölçeğinin ne olacağı bu işletmelerin büyüklüğü/karmaşıklığı ile ilişkilidir. Ancak, tahmin edildiği şekilde doğru orantılı değil ters orantılı olarak ilişkilidir. Şöyle ki;
İşletmelerde 3 taraftan söz edebiliriz:
·         Patron
·         Yönetici
·         Çalışanlar
Patron, işletmenin denetiminden kolay kolay vazgeçmez. İşletme büyüse de küçülse de o hep yöneticileri ve çalışanları denetlemek isteyecektir. Ancak, İşletmeler büyüdükçe, çalışanlar ve yöneticiler otokontrol için daha az istekli olacak ve mevcut otokontrollerin işletilmesindeki etkinlik düzeyi de zayıflayacaktır. 
Otokontrollerin işletilmesindeki etkinlik düzeyinin düşmesinin nedenlerini daha açık ortaya koyabilmek için, işletmeler içinde otokontrolün patronlar dışında kimler aracılığıyla yerine getirilebileceğine bakalım:
·         Kazanç ve performans dürtüsünün yön verdiği kurucular, pay sahipleri ve üst düzey yöneticiler tarafından gerçekleştirilen,
·         Başarı ve terfi dürtüsünün yön verdiği çalışanlar tarafından gerçekleştirilen,
·         İşletme kültürünün bir parçası olarak tüm çalışanlar ve karar alıcılar tarafından gerçekleştirilen,
Yöneticilerden beklenen otokontrolde, işletmelerin boyutu büyüdükçe işletmenin kazancı ve performansı ile yöneticilerin kazanç ve performansı arasındaki doğrudan ilişkinin tespit edilebilirliği zayıfladığı için, yöneticiler işletme çapında otokontrolden kaçınacak, kişisel otokontrol mekanizmalarına sığınacaklardır. İşletmenin karlılığına değil, kendi çalışkanlıklarına sürekli vurgu yapacaklardır. Nasıl olsa işletme bir şekilde hayatını ve karlılığını sürdürebilmektedir.
Çalışanlardan beklenen otokontrolde, başarıları izleyen ve terfilere karar veren yöneticilerin, sayısı artan çalışanlar üzerindeki izleme hâkimiyetinin zayıflaması neticesinde, başarı kıstaslarının işletme hedef ve kurallarıyla kurulması gereken doğrudan bağlantısı zayıflayabilecek, bunun neticesinde de söz konusu kontrol işletme çapında bir otokontrol olmaktan çıkacak ve kişisel bir otokontrole dönüşebilecektir.
İşletmenin bütününün otokontrolü ise, yöneticiler ve çalışanların otokontrollerinde ortaya çıkacak bir zafiyetle doğrudan zarar görecek ve tüm çalışan ve karar vericilerin kendi çıkarlarına yönelmesi ve işletme çapında bir otokontrol uygulamak yerine kişisel otokontroller uygulamalarına neden olacaktır.
İşletme çapında otokontrolün bu şekilde yitip gitmesi elbette ki istenmeyecektir. Çünkü işletme çapında otokontrolün varlığı ve etkinliği bir işletmenin risk önleme maliyetlerinin minimize edilmesine, işletmenin ölçeği büyüdükçe daha yüksek oranda yardım edecektir.  

İşletme çapında otokontrol eksikliğinin hissedilmeye başlandığı durumlarda işletmelerin sahipleri, yöneticileri ve çalışanlarından bağımsız bir “denetim” mekanizmasının kurulmasını ve çalıştırılmasını önerebiliriz. Bunun adı “İç Denetim” olabilir, “İç Kontrol” olabilir, “Risk Yönetimi” olabilir. Çok basit bir özetle; işletme çapında ortak kurallar belirleyip bu kurallara uyulup uyulmadığının takip sorumluluğunu da patron dışında bir çalışan grubuna vermek… dile kolay ama uygulamada zor bir yöntem. Büyük şirketlerin web sitelerine girip iç denetim birimlerini sorgulayın. Sürprizle karşılaşacaksınız.